Sia Insight araştırma şirketi, Marketing Türkiye ile birlikte son iki yıldır ülkenin önemli şirketlerinde görev alan C Seviye yöneticilerin katılımı ile Türkiye iş dünyasının nabzını tutuyor, yeni bir yıla girerken iş dünyasının ruh halini gözlemliyor ve yeni yıldan beklentilerini açığa çıkartıyor. İş dünyasının içinde bulunduğu ruh halini tüketicilerin halihazırdaki ruh hali ile kıyasladığınızda da ülkeyi anlamak adına önemli içgörüler elde ediyorsunuz.
Türkiye’de iş dünyası, 2020’ye 2019 yılına girişimize kıyasla daha iyimser, ancak temkinli bir ruh ile girmişti. İş dünyası 2020 yılında bazı iyileşmelerin olacağına inanıyor ve gerçek iyileşme ile büyümenin 2021 yılında gerçekleşeceğine dair güçlü bir inanca sahip bulunuyordu. İş dünyası 2020 yılını ‘stabilite ve mevcudu koruma yılı’ olarak tanımlanmıştı; temkinli iyimserlik ruh hali egemen ruh haliydi.
Buna karşın tüketiciler 2020 yılına yeni bir yıla da girmenin getirdiği pozitif bir hava ile önceki aylara nazaran daha iyimser bir ruh hali içinde girmişti; içselleştirilmiş yüksek enflasyonun düşebileceği beklentisi güçlenmişti, 2019 Eylül aylarında taban yapan ülke ekonomisine duyulan güven en yüksek noktalardan birisine ulaşmıştı. İşsizlik hala en önemli endişe kalemlerinden birisini teşkil ediyordu. Toplum olarak geleceğe dair bir çıt daha iyimserdik.
Bugün aradan dört ay gibi bir süre geçti ve hem iş dünyası hem de tüketiciler 2020 yılına dair son derece karamsar bir ruh haline sahip.
Dünya, bugün tüm ezberlerimizi bozan, neredeyse hiçbir kurum ve kişinin tarihsel belleğinde eşi benzeri olmayan bir saldırı ile karşı karşıya. Çin’den başlayarak önce Asya’yı ve Orta Doğu’yu, sonra da Avrupa ve Amerika kıtalarını yerle bir eden bir virüs bugün global olarak kişisel ve sosyal yaşamlarımızı alt üst ederken, dünya siyasetinde ve ekonomisinde tarihi izler bırakıyor.
Virüsün ülkemizde resmi olarak ilk kez 11 Mart’ta görünmesinin ardından hem iş dünyası hem de tüketiciler yıllar sonra ilk kez ekonomiyi ve ekonomik krizi, pahalılığı, geçim sıkıntısını ve işsizliği unuttu. Korona dilimize yerleşti. Günlük hayatımızın bir numaralı konusu oldu. Metropol illerinde yaşayanlarımızın yüzde 80’ini Mart ayında ‘korona’, ‘virüs’ ve ‘sağlık’ dışında başka bir şeyden söz etmez oldu. 2018’den bu yana yaşadığımız krizin ilk dönemlerinde bile yüzde 65-70’ler düzeyinde ekonomi konuşuyorduk, virüs bu skoru ezdi geçti ve dilimize yerleşti. Bugün iş dünyasının da bir numaralı konusu koronavirüs.
Virüs salgınını şok içinde karşılayan iş dünyasının içinde bulunduğu ruh halini hızla mevcudu kabullenme ve mücadele etme olarak tanımlayabiliriz. İş dünyası bu ruh hali ile virüs olgusunu şok ve panik içinde ya da bu gerçekliğe kayıtsız olarak yaşayan toplumun bir adım önünde bulunuyor.
Bugün iş dünyasının hemen tamamı için 2020 yılı bir önceki yıla kıyasla kötü bir yıl olacak. Yöneticilerin yarısı hem kendi şirketlerinde hem de faaliyet gösterdikleri şirketlerde küçülme bekliyorlar; yarıya yakınının beklentisi de mevcut durumun korunması yönünde. Ancak, burada dikkati çeken husus, faaliyet gösterdikleri sektör için küçülme beklentisi içinde olan iş insanlarının telaffuz ettikleri ortalama oranın ciddi şekilde yüksek olması; bu oran ortalama yüzde 32.
Türkiye’deki şirketler bugün koranavirüs karşısında son derece hazırlıklı görünüyor; hemen tüm şirketler bu virüs karşısında şok durumunu hızla atlatıp alabilecekleri önlemleri hızla hayata geçirmiş bulunuyorlar.
Alınan ilk önlemler (üretim şirketleri ve mavi yakalıları dışında bırakacak şekilde) evden çalışma sistemine geçme, toplantıları online platformlara taşıma, yurt dışı ve yurt içi seyahatleri yasaklama ve belirli hijyen koşullarını sağlama yönünde gerçekleşmiş bulunuyor. Bunlar kuşkusuz ki, salgın karşında alınan ilk ve koruyucu önlemler.
Ancak, daha salgının ilk günlerinde iş yerlerinin yüzde 50’ye yakını çalışanları ile ilgili kararlar aldılar: ücretli ya da ücretsiz izin, ücret artışlarının dondurulması ya da geri alınması ve işten çıkarma. İşe alımların dondurulması zaten ilk alınan kararların başında geliyordu. Her ne kadar şu an için en azından 3 ay süre ile işten çıkartmalar yasaklanmış olsa ve çalışanlar ücretsiz izne yönlendirilse de bu önlemlerin Nisan ve özellikle Mayıs aylarında yaygınlaşacağını biliyoruz. Çünkü bu aylar Türkiye’de birçok işletme ve şirket için varkalım savaşının yaşanacağı aylar olacak. Bu durum özellikle turizm, eğlence, otomotiv ve inşaat sektörleri ile onların yan kolları için geçerli.
İş dünyası hızlı bir şekilde gelen şoktan çıkıp durumu kabullenirken salgının görülmeye başladığı ilk günlerde toplum son derece farkı bir ruh halindeydi. Ekonomi ve siyaset kökenli endişeler yerine bir anda derin bir şoka bıraktı. Toplumca far görmüş tavşan misali durduk kaldık. Ekonomiyle ve siyasetle ilgili her türlü düşüncemiz, inancımız, tutumumuz, algılarımız her ne varsa, her şey dondu kaldı. Zamanı durdurduk. Şu an düşman tek ve evrensel. Olayları ve zamanı dondurarak kendimize ‘koruma kalkanı’ yarattık; ‘her şey aynı’ diyerek zihnimize rahatlama alanı açtık.
Toplumca yaşadığımız şoka farklı farklı tepkiler verdik; kimilerimiz ‘varkalım’ modu’na hızla geçti, kimilerimiz ise hala ‘inkar’ düzeyinde. Krizin ilk günlerinde hepimiz kendimizi rahatlatmak adına virüs karşısında önlem aldığımızı söyledik (yüzde 80), ancak o günlerde metropol illerinde yaşayanların sadece yüzde 40’ı davranış değişikliği aşamasına geçmişti. Yüzde 60’lar mertebesindeki yüksek bir kesim henüz hayat tarzında en ufak bir değişiklik yapmamış durumdaydı. Kuşku yok ki, bugün bu oranlar farklı mertebelere evrildi.
Koronavirüs salgının ilk günlerinde toplumda önemli bir değişikliği de tetikledi. Türkiye’de özellikle son yedi yılda yoğun bir şekilde gördüğümüz ve deneyimlediğimiz toplumsal kutuplaşma ilk kez kırılmaya, daha ihtiyatlı bir tabirle, çatırdamaya başladı. Bundan yaklaşık 20 gün önce metropol nüfusunun yaklaşık yüzde 85’i devletin / hükümetin virüs karşısındaki politikalarına destek veriyor ve virüsün yayılmasını önlemek için gereken önlemlerin alınacağına inanıyordu. Toplum, o günün koşullarında meseleye partiler üstü bir tepki verdi. Yıllar sonra ilk kez siyasi kimliklerimizden arınarak hep birlikte bir sosyal harekete katıldık ve saat 21:00’de sağlık çalışanlarına destek vermek için evimizin balkonlarına, bahçelerine çıkarak onları alkışladık. Türkiye’nin doğusu da batısı da kuzeyi de güneyi de bu dayanışma hareketinin bir parçası oldu.
Devlet Baba figürünün yıllar sonra yeniden aramıza dönme ihtimali belirdi. İnsanların da toplumların da en temel motivasyonlarından birisi güven arayışı, özellikle böylesi günlerde. Ekonomik kriz döneminde güven arayışı için sırtını büyük şirketlere ve holdinglere dayamayı tercih eden tüketiciler için belki de devlet korona günlerinde sığınılacak güvenli liman olarak karşımıza çıkacak. Bunu zaman gösterecek.
Toplumun hükümetle, devletle kurduğu ilişkinin doğasını anlamamız için salgının ve alınan tedbirlerin üzerinden biraz daha geçmesi gerekiyor. Bu ilişkide geride kalan tortu asıl belirleyici olan olacak.
Öte yandan, yeniden iş dünyasına dönecek olursak, iş dünyası koronavirüs karşısında Hükümet’in aldığı önlemleri genel olarak başarılı bulmuyor. Salgının önlenmesi konusunda Hükümet tarafından alınan önlemleri başarılı olarak değerlendirenlerin oranı yüzde 21 iken, alınan ekonomik önlemleri başarılı bulanların oranı yüzde 5’lere kadar düşüyor. Ekonomik önlemler konusunda Hükümet’e yönelik beklentiler son derece yüksek.
İş dünyası Hükümet tarafından alınan önlemler konusunda seçici davranıyor, Hükümet tarafından sunulan önlemlerin kapsayıcılığı ve niteliği iş dünyasının Hükümet’e yönelik algı ve değerlendirmelerini etkiliyor. İş dünyası alınan bazı önlemleri önemseyerek başarılı değerlendirmekte (hijyen ürünlerini üretenlere destek verilmesi ya da bazı sektörlere tanınan KDV, muhtasar ve SGK ödemelerinin ötelenmesi gibi) ve bazılarını da gündeme dair bulmamakta ve başarısız bir önlem olarak nitelendirmektedir (alınan seyahat önlemleri çerçevesinde şu an gündemden düşen havayolu taşımacılığında KDV indirimi sunmak gibi).
Bu anlamda iş dünyasının Hükümet’ten beklentisi, odaklı ve net önlemler sunulması ve bunların ekonomik duraklamayı atlatacak destekler olması ve işsizliği engelleyici nitelikler taşımasıdır. Bugün iş dünyası yüzünü Batı’ya döndüğünde daha büyük ve daha kapsayıcı ekonomik paketlerle karşılaşıyor, iş dünyasına verilen kredilerden değil, karşılıksız desteklerden söz ediliyor. Bugün işvereni ve çalışanı ile iş dünyası devleti yanında görmek istiyor.